26 Ocak 2008

NAZIM HİKMET RAN







YAŞAMI

OTOBİYOGRAFİ

1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbetini tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettim anıt kabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falına baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam de şart değil
başbakan fakan olacağım da yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir
(11.9.'61 - Doğu Berlin)


NÂZIM HİKMET RAN



15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti. 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. 3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi.



Basında Nâzım Hikmet tartışması
Nâzım'ı kurtarın...
BENCE Nâzım Hikmet bu adamların eline düşmemeli...
Büyük şair, bu adamların kara ellerine, münasebetsiz ağızlarına, tükenmiş vicdanlarına kalmamalı...
Toplum zaten Nâzım Hikmet'i kendi şairi, kendi parçası, kendi soyundan-sopundan, kendi içinde görüyorsa görüyor...
Eğer o akılsız-şom ağızlı adamın izni ile Nâzım Hikmet Türkiye'ye dönecekse...
Dönmesin...*
Tarikat şeyhinin İstanbul'un en özel yerine gömülmesi için iki saatte toplanan imzalar, Nâzım Hikmet gibi bir evrensel şair için bir türlü toplanamadı...
Birisi tarikat şeyhi...
Çağdaşlığa ve aydınlığa direnişin simgesi...
Türkiye Batı'ya açılmak isterken, yaratılan kara tablolarla, ülkenin önüne set çeken anlayışın sembolü...
Öbürü şiirlerini tüm dünyanın okuduğu, Alaska'dan Malezya'ya kadar tüm toplulukların tanıdığı, harflerle yarattığı sevgi-barış dünyasına Batılıların gıpta ettikleri bir büyük şair...
mek için telaşlanan-koşuşturan-yırtınanlar, ne yazık ki sıra Nâzım'a gelince, olmadık hakaretleri sıralamaya başlıyorlar...
Nâzım'ı Türkiye'ye getirme ya da vatandaşlığını iade etme onurunu bunlara vermeyin...
Bırakın kalsın...
*
Yine; kentlerin tepeleri anıt mezarlarla doldu...
Milliyetçi-maneviyatçı Büyük Türk Büyüklerinin mezarları ile...
Gazetelerde ise her gün onların arkalarında bıraktıkları yıkıntıyı, çetelerini, esrarengiz servetlerini, şaşırtıcı-garip ilişkilerini okuyorsunuz...
Onlara tepelerde yer var...
Ama Nâzım'a bir ağaç gölgesi yok...
Olmasın da...
Bu adamların gönlü ile Nâzım'a iade-i itibar verilecekse verilmesin, kalsın...
Ne bir zırnık onur...
Ne bir ağaç gölgesi...
Toplumun vefası gibi o yüce duyguda, o tarihi belgede, o sevgi ve barış isteyen girişimde, bu adamların imzası olmasın...
Bence Nâzım'ı bunların elinden kurtarın...
Kalsın...
(Bekir Coşkun, Hürriyet/15 Şubat 2001)
***
“Nâzım'ı bu hükümetin elinden kurtarın!”
Başlık, Cumhuriyet okuru bir edebiyat öğretmeninin tepkisi...
Meclis koridorlarında, kamera önlerinde yapılan tartışmalara bakılırsa, haksız sayılmaz.
13 Şubat günü bu köşede konuyu işlerken, Nâzım Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılmasına neden olan 15 Ağustos 1951 tarihli Bakanlar Kurulu kararının kaldırılmasıyla, Nâzım'a itibar iadesinin söz konusu olamayacağını vurgulamış, devam etmiştik: Bir itibar iadesi söz konusu ise bu, siyasiler açısından geçerlidir. Ülkeyi yöneten siyasilerin 50 yıl önceki ayıbı ortadan kalkmış olur... (...)
UNESCO, 100. doğum yılı nedeniyle 2002'yi Nâzım Yılı ilan etmeye hazırlanıyor. Bir başka deyişle dünya Nâzım Hikmet'in şairliğini kabul etmiş, UNESCO onu dünyaya mal ediyor, biz içerde hâlâ şair miydi değil miydi tartışması yapıyoruz. (...)
(Mustafa Balbay, Cumhuriyet, 17 Şubat 200)
***
Nâzım'ı Rahat Bırakın...
İkisi de berber dükkânlarında geçen iki olayla başlayayım... İlki, öykü kıvamında. Taksim'de, iki hafta kadar önce, ilk kez gittiğim bir berberdeyim. Saçlarımı azıcık kısalttırmak için çok az vaktim var. Kalfalardan biri bu işle uğraşırken kulağım bir telefon konuşmasına takılıyor. Daha yaşlıca biri, belli ki dükkân sahibi, müşterisini göndermiş, şimdi telefonla konuşuyor. Önce tam anlayamıyorum, daha doğrusu işittiklerime olasılık vermiyorum... Söylenenlerde "Nâzım Hikmet" adı ve "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan" dizesiyle başlayan şiirinin dizeleri geçiyor... Merakla kulak kabarttığımda, yanılmadığımı anlıyorum. Usta, Nâzım'ın bu şiirini bir gazeteden, telefonla konuştuğu kişiye okuyor... Arada bir hayranlık duygularını ekleyerek... İşiyle meşgul kalfaya, "Ustan Nâzım Hikmet'in şiirini çok seviyor galiba.." diyorum... Aldığım yanıt, sürmekte olan telefon konuşmasından daha şaşırtıcı: "Nâzım sevilmez mi abi!" Koltuğa otururken aceleden yüzüne doğru dürüst bakmadığım delikanlıya doğru kaldırıyorum başımı.. Şaşkınlığım bir kat daha artıyor: On sekiz-yirmi yaşlarındaki Nâzım Hikmet'in bir kopyası duruyor karşımda... Zihnimin bir oyunu değilse eğer, daha sonra Karadenizli olduğunu öğreneceğim bu iri kıyım delikanlıyla o yaşların Nâzım Hikmet'i arasındaki benzerlik gerçekten şaşkınlık verici... O ise şaşkınlığımı daha da arttırarak sürdürüyor sözlerini... Bir yandan işiyle uğraşırken bir yandan da "sen elâ gözlerinde yeşil hareler" dizesinin geçtiği şiirdeki renkler, benzetmeler üstüne döktürüyor... Belki inanmayanlar, abarttığımı düşünenler olabilecektir; ama inanın aynen, tıpatıp böyle oldu... Dükkândan ayrılırken ustayla konuştuğum iki satırda, onun da bu genç kalfa gibi, sıradan, saf, kendi halinde bir halk insanı olduğunu gördüm... (...)
Doğrusunu isterseniz, Nâzım Hikmet'e yönelik saldırılar yanıtlanmaya bile değmez. Bu yazının son cümleleri belki şunlar olabilir: Nâzım Hikmet'i rahat bırakın. Sizler, onun hepinizden bin kat fazla sahip olduğu yurttaşlık hakkını ona geri vermek şurda dursun, bugünkü cehalet ve karanlığınızdan kurtulup onunla yurttaşlığa layık olmaya çalışın.
(Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet/17 Şubat 2001)
***Nâzım ve “vatan kahramanları”
'Nâzım vatan haini' imiş! 'Kuvayi Milliye' yazarı Nâzım, 'Memleketimden İnsan Manzaraları' yazarı Nâzım, vatan haini imiş! (...)
Peki kimdir vatan kahramanları? Vatan denince Üsküdar'dan daha doğuyu düşünemeyenler mi? Şapka giymemek için Mısır'a gidenler mi? Milyonlarca dolarlık banka hesaplarını yurtdışındaki bankalarda gizleyenler mi?
Kimdir?
En küçük bir sorun olunca soluğu Amerika'da, Almanya'da, Avustralya'da, İsviçre'de, Paris'te alanlar mı vatan kahramanıdır?
Yoksa derin devletin bağrında kurşun sıkan, adam boğazlayan, haraç yiyen, adam kaçıran, başı sıkışınca ortadan yok olanlar mı?
Banka soyanlar mı vatan kahramanıdır? Şirket dolandıranlar mı? Devletin başına geçince tüm yakınlarını zengin eden, 'Devletin malı deniz, yemeyen domuz,' diyenler mi?
Yalanla dolanla vatandaşın oyunu toplayan, sonra verdiği sözün tersini yapanlar mı vatan kahramanıdır?
Nâzım bunlardan hiçbirini yapmadığı için mi vatan haini oldu?
Bakın, Nâzım bunlara ne diyor:
" ... Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz, ben vatan hainiyim./Vatan çiftliklerinizse,/Kasalarınız ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/fabrikalarda al kanımızı içmekse vatan,/vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,/vatan, mızraklı ilmihalse, vatan, polis copuysa,/ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ben vatan hainiyim./Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:/Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Ekleyecek bir söz var mı? Bu durumda Nâzım elbette vatan hainidir.
(Türker Alkan, Radikal/17 Şubat 2001)
***
Nâzım Hikmet Türkiye'dir!
Başlığın, Sartre'ın tutuklanmasını isteyenlere, de Gaulle'un 'Sartre Fransa'dır' lafından mülhem olduğu malum. Nâzım, kuşkusuz Türkiye'dir ama herhalde MHP'nin Türkiye'si değil!
Nâzım Hikmet'in vatandaşlık hakkının iadesi konusundaki tartışma sürüyor. Böyle bir kararın alınmasına direnen bir MHP kesimi var. 'Kendi inançlarını savunmalarına diyecek bir şeyimiz yok' diyemeyiz. Çünkü, hem görüşlerini yanlış, yanıltıcı, demagojik, popülist iddialara dayıyorlar, hem de bu kararın çıkması Nâzım'ın ötesinde Türkiye'nin kendi kendisiyle hesaplaşmasının zorunlu bir sonucudur.
(...)
Yeryüzünde demokrasi oldukça Dreyfus davaları kazanılacak, itibarlar, haklar iade edilecektir. Hep söylendiği gibi, Nâzım Hikmet'in buna ihtiyacı yok. Onun vatandaşlığının iadesinden kaynaklanacak itibaraysa Türkiye'nin delicesine ihtiyacı var.
Nâzım'ın vatandaşlığı, o Nâzım olduğu için değil, sadece sivilleşme ve demokrasi bağlamında ortaya koyulmuş 'nötr', hukuksal bir taleptir ve iade edilecektir.
(Radikal/19 Şubat 2001)
Nâzım Hikmet'in saygınlığını inkâr edenler küçülür
Kültür Bakanı İstemihan Talay: “Nâzım Hikmet'in bütün dünyada saygın bir yeri var, bunu kimse inkâr edemez. İnkâr etmek, inkâr edenleri küçültür. Çünkü o büyüklüğün küçültülmesi, bu aşamadan sonra mümkün değil. Bu gerçeklere ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde Nâzım Hikmet'in nasıl algılandığı, ilgi gördüğü konusundaki gerçeklere ters düşecek bir tutum içinde olmak, bence çağdışı olmaktır."
(Cumhuriyet/18 Şubat 2001)
***
Nâzım'ın yurttaşlığa gereksinimi yoktur!..
Nâzım Hikmet, dünyanın tanıdığı bir şair. Büyük bir sanatçı. Türk dilinin önde gelen şairlerinden. Aziz Nesin’in deyişi ile, Türkçenin en büyük ustası. Dünyanın büyük kültür ve sanat ansiklopedilerinde, Nâzım Hikmet Türk şairi olarak anılmaktadır. Kitapları, 60 dile çevrilen tek Türk şairidir. Dünya Barış Ödülü'nü alan ilk Türk sanatçısıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin, Nâzım'ı Türk yurttaşı olarak kabul edip etmemesi, bu değerlendirmeleri hiçbir biçimde etkilememektedir.
Nitekim Azerbaycan Kültür Bakanı, Nâzım Hikmet'in Türk yurttaşlığı tartışmalarının yoğunlaştığı bir sırada (17 Şubat 2001 Cuma günü) televizyon kameraları karşısında, net bir açıklamada bulundu: “Siz Nâzım Hikmet'in yurttaşlığını kabul etmeseniz de, o bizim şairimiz, Türk dilinin, Türkçenin en büyük şairidir.”
(...)
Evet Nâzım Hikmet'in Türk yurttaşlığına gereksinimi yoktur. O, Türkiye'nin sınırlarını aşmış, Türk kültürünü dünyanın diğer coğrafyalarına taşımış, evrenselleştirmiş bir sanatçıdır...
(...) Devletin, Nâzım'a koyduğu ağır yasak, bugün artık geçersiz. Nâzım'ın tüm kitapları yayımlanıyor, şiirleri radyo ve televizyon kanallarında okunuyor. Devlet Tiyatroları ve birçok özel tiyatro oyunlarını sahneliyor, resimleri sergileniyor, şiirleri şarkılaştırılıyor ve besteleniyor. (...)
Evet bu sorun, Nâzım Hikmet'in değil, Türkiye'nin sorunudur ve çözülmesi gerekmektedir.
(Atilla Coşkun,Cumhuriyet/ 20 Şubat 2001)
***
Kimdir Nazım'ı zindanlarda çürüten?
Nazım Hikmet'e iade-i itibar yapılsın mı, yapılmasın mı; mezarı Türkiye'ye getirilsin mi, getirilmesin mi?
Son yılların en gereksiz, belki de en komik tartışması. Birincisi, Nazım Hikmet Türkçe yazan bir şairdir; iade-i itibar yapılması ne değerine bir şey katar, ne de bir şey eksiltir.
İkincisi, Nazım'a "itibar" arayanlar ne ölçüde samimidirler ve İsmet Özel'in söylediği gibi, bu "arayış" onun sanatına dair bir zaruretten mi kaynaklanmaktadır?
Peki, ne yapmıştı Nazım?
Niçin Rusya'ya kaçmıştı?
“Hapishaneden çıktığında" diyor Necati Doğru, "Orduyu isyana teşvik etmekten yargılamaya kalktılar. O da Rusya'ya kaçtı. Ve 'vatan haini' ilan edip Menderes hükümetinin Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan attılar. Aleyhinde büyük propagandalar başlatıldı.”
Kimdir aleyhinde propaganda başlatanlar?
Bunu söylemeye dilleri varmıyor, biz hatırlatalım sevabına:
Yunus Nadi'ler, Erol Simavi'ler, Ali Naci Karacan'lar ve onların "tahsisli" kalemleri. On yıl sonra Yassıada cinayetini alkışlayanlar yani...
Bugün, egemenliklerinin ve üstünlüklerinin nişanı olarak Nazım Hikmet bayrağını dalgalandıranlar, Nazım'ın nasıl ve hangi şeraitte Türkiye'yi terkettiğini, hangi suçunun karşılığı olarak 13 yıl hapis yattığını, bu soy şiir emekçisini zindanlarda çürütenlerin kimler olduğunu unutmuş görünüyorlar.
Nazım'ı hapse tıktıran "millî şef" İnönü'dür. (...)
(Mehmet E. Yavuz, Yeni Şafak, 22 Şubat 2001)
İtibar krizi
Sözde Nazım'a itibarını iade edecekler. Oysa konuştukça asıl kendilerinin bir itibar ve ihtiyaç krizi içinde bulundukları anlaşılıyor. Sevgili Bekir Coşkun Sütununda diyor ki:
"Bu adamların gönlü ile Nazım'a iade-i itibar verilecekse kalsın. Bence Nazım'ı bu adamların elinden kurtarın."
Sevgili Arda Uskan da dün Radikal'de noktayı şu sözlerle koyuyordu:
"Bırakın o Moskova'daki mezarında rahat rahat yatsın.
Bu utanmazlar ülkesinde bir dünya sanatçısının ne yeri var ki?"
Alın bizden de o kadar...
(Melih Aşık, Milliyet/20 Şubat 01)
***
Sen Nesin, Kimsin?..
Daha ne gazozumuz Amerikandı, ne köftemiz; Babıâli Yokuşu'nun başında İzmirli Şerbetçi ile Meserret Kıraathanesi birbirine bakardı; deniz parsellenmemiş, hava kirlenmemiş, toplum kokuşmamıştı; köşedeki gazeteciden "Zincirli Hürriyet" dergisini almıştım; birinci sayfadaki şiiri okumaya başladım:
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
dişler kenetli
ayaklar çıplak
ve bir ipek halıya benzeyen toprak
bu cehennem bu cennet bizim...
....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim
Şiiri okurken bir heyecan dalgası sarmıştı benliğimi, tüylerim diken diken olmuştu, tırmandığım Babıâli Yokuşu ayaklarımın altında dalgalanıyor gibiydi.
Şimdi düşünüyorum; bana o unutulmaz anı yaşattığı için Nâzım Hikmet'e borçlu değil miyim?.. Bir arada orman gibi kardeşçesine yaşayıp ağaçlar kadar özgür olmak amacını yurttaşlarına ilk kez aşılayan şairimizin dizeleri okullarda sınıfların duvarlarına asılmalı; öğrencilere ezberletilmeli..
**
Nâzım gibi bir şair daha var mı dünyada?..
Yarım yüzyıl öncesinde sorundu..
Bugün de sorun!..
Neymiş?.. Nâzım Hikmet vatan haini imiş, komünistmiş; hükümetteki MHP'li bakanlar verip veriştiriyorlar; bugün Apo varsa, Nâzım Hikmet yüzündenmiş; bugünkü ideolojik kavganın kaynağı Nâzım imiş; vatandaşlığa alınamazmış, affedilmesi olanaksızmış...
(...)
Utanç verici bir olay yaşıyoruz.
Yeni milenyumun başlangıcında, geçen yüzyıldan miras kalan "Nâzım Hikmet sorunu" 57'nci koalisyon hükümetinde ilkelliğin tartışmasına dönüştü.
"- Nâzım vatandaşlığa alınmalı mı?.."
Kimi MHP'li bakan, bir marifetmiş gibi gazetecilere demeç veriyor:
"- Bu yoldaki kararname önüme geldi, imzalamadım, Nâzım Hikmet vatan hainidir."
Türkiye'nin malını mülkünü, taşını toprağını, fabrikasını, bankasını, iletişim ağını, bağımsızlığını, yani istiklalini ve onurunu üç-beş kuruş için haraç mezat yabancılara ipotek eden ya da satan kim?..
Sen değil misin?..
Vatanseverlik buysa..
Nâzım elbette vatan haini...
Ya sen nesin?..
(İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 20 Şubat 2001)






Belki Ben
Belki ben
o günden
çok daha evvel,
köprü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
Belki ben
o günden
çok daha sonra ,
matruş çenemde ak bir sakalın izi
sağ kalacağım...
Ve ben
o günden
çok daha sonra:
sağ kalırsam eğer,
şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
duvarlara
son kavgadan benim gibi sağ kalan
ihtiyarlara,
bayram akşamlarında keman
çalacağım...
Etrafta mükemmel bir gecenin
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen
yeni insanların
adımları...


Seni Düşünmek
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum


Tahir İle Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Yaşamaya Dair1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
1947

YAŞAMAYA DAİR
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948

YAŞAMAYA DAİR
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Şubat 1948



19 Yaşım
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim
Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum
gideceğim
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
*
Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
Oturuyor 19 yaşım
yatağımın başucunda
ellerimin avucunda
bana diyor ki;
-- kafamızda getirelim geri
o delikanlı günleri cancazım,
o dehşetli güzel günleri...
*
Köpüklü şahlanışların dönüm yeri..
Dünyanın altıda biri;
kan içinde doğuran ana..
İstasyondan istasyona
yalınayak
tankları kovalayarak
açlıkla yarış...
Şarkıların boyu kilometre
ölümün boyu bir karış...
*
Kafkas;
güneş
Sibirya;
kar
Seslenebildiğiniz kadar ses-
-lenin
24 saatte 24 saat Lenin
24 saat Marks
24 saat Engels
Yüz dirhem kara ekmek,
20 ton kitap
ve 20 dakika şey! ..
*
Ne günlerdi heheheeey
onlar ne günlerdi ahbap! ! ..
Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
Duruyor karanlıkta 19 yaşım
Lambayı yakıyorum
ona hayretle
muhabbetle
hürmetle
ve daha bilmem neyle bakıyorum
bakışıyoruz
*
Yılların arkasında çırptı kanadını
'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi
Yaşıyor herhangi bir 24 saatini
Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi;
Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet
KİTAP..
Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet
KİTAP... KİTAP...
Madde, şuur, istismar, fazla kıymet
KİTAP... KİTAP... KİTAP...
Manikür;
hayır,
Diş fırçası;
evet.
KİTAP... KİTAP... KİTAP...
Bu ne 24 saat
bu ne 24 saattir ahbap! !
*
Aşk;
yoldaş,
Profesör;
yoldaş,
Zenci;
coni,
Alman;
Telman,
Çinli;
Li
Ve 19 yaşım
yoldaş da yoldaş, yoldaş da yoldaş,
yoldaşım...
Yılların arkasında yuvarlanıyor başım
başım yuvarlanıyor
Uzun saçlarından tutuştu yıllar
yıllar yanıyor
yanıyor da yanıyor...
*
Oku
Yaz
Boz
Bağır
Çağır!
Bütün kuvvetinle nefes al...
KaFanda, kalbinde
etinde
iskeletinde ihtilal...
İhtilal;
gündüz-gece
Gece ormanda çam dalları yakarak,
bembeyaz
yusyuvarlak aya bakarak,
hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor..
Ve bu anda
kuvvetli dinç
bir ağrıdan gelen deli bir sevinç
sıçrar atlar köpüklenir çatlar
kafanda...
*
Haaayydaa,
beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan
bir kızıl süvarisin,
bir kızıl süvariyim,
bir kızıl süvariyiz,
bir kızıl, , , , ,
Geçti üç yıl
Ey benim 19 yaşım,
Ormanda çam dalları yaktığımız
hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız
gecelerin üstünden........
Ben yine söylüyorum aynı şarkıları
Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa,
ben kattım önüme rüzgarı...
Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin,
gözüme bakabilir
elimi sıkabilirsin...
Ve sen ki...
Sen,
BENİM İLK ÇOCUĞUM, İLK HOCAM, İLK YOLDAŞIM
19 YAŞIM

Orhan Pamuk Nobel Ödülünü Aldı



Orhan Ferit Pamuk (d. 7 Haziran 1952,İstanbul) Türk romancı. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazanarak Nobel ödülü alan ilk Türk vatandaşı ve bu ödülü alan en genç iki kişiden biri olmuştur. Kitapları 46 dile çevrilmiş ve 100'ü aşkın ülkede yayımlanmıştır. Yazarlıktan başka hiçbir işle uğraşmamıştır. 2005 yılında Prospect dergisi tarafından dünyanın 100 entelektüeli arasında gösterilmiş, 2006 yılında ise TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilmiştir.[1] Postmodern romancılar arasında sayılmaktadır.


ÖZEL YAŞAMI:Orhan Ferit Pamuk 7 Haziran 1952'de varlıklı bir ailenin son çocuğu olarak İstanbul'un Moda semtinde özel bir hastanede[2] dünyaya geldi. Babası da, dedesi ve amcası gibi yüksek mühendisti. Aile servetinin temelini dedesi atmıştı. Babası IBM firmasının Türkiye bölümünde genel müdürlük yapmış olan Gündüz Pamuk, annesi 1700'lü yıllarda Girit valiliği yapmış olan İbrahim Paşa'nın soyundan gelen Şeküre Hanım'dır.

Orhan Pamuk çalışma esnasında
Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları (1982) kitabındaki gibi bir ev ve ailede, İstanbul'un Nişantaşı semtinde büyüdü. İlk ve orta öğrenimini sırasıyla Işık Lisesi ve Şişli Terakki Lisesi'nde yaptı. Uzun yıllar ressam olma hayali kurarak Robert Koleji'nde okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okurken, mimar ya da ressam olamayacağına karar verip okulu bıraktı. Devam zorunluluğu olmadığı için yazıya daha çok vakit ayırabileceğini düşünerek İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'ne girdi ve buradan mezun oldu. Ardından başladığı yüksek lisans eğitimini yarım bıraktı. Fakat Kar romanı dışında bu meslekte hiç çalışmadı. (Kar romanı için Kars'a gerçekleştirdiği gezilerde o dönem Sabah gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Mutlu'nun da yardımıyla kendisine basın personeli tanıtım kartı çıkartmış, romanında kullanacağı Kars'ı daha yakından tanıma amaçlı olan bu gezilerde, şehirdeki halka kendini gazeteci olarak tanıtmıştır.)
Orhan Pamuk 1982 yılında Aylın Türegün'le evlendi. 1991'de Rüya isimli bir kız çocuğu sahibi olan çift 2001 yılında boşandı. Orhan Pamuk'un ağabeyi Şevket Pamuk İktisat tarihçisi olup Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
1985-1988 yılları arasında Iowa Üniversitesi tarafından verilen International Writing Program (IWP) kursuna katıldı. Amacı dünyanın değişik bölgelerinden gelen ve gelecek vaat eden yazarların Amerikan hayatını tanımaları ve kitaplarını yazabilecek güzel bir ortama kavuşmaları olan kurs sonrasında kendi deyimiyle "hayatı değişti". İlk kitabından itibaren yurtiçinde ve yurtdışında ödüller aldı. Kitapları hem çok satıldı hem de edebi açıdan olumlu tepkiler aldı.



YAZARLIK KARİYERİ:



Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan Karanlık ve Işık ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.

İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı kitabının kapağı (2003)
Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale (Bu romanda yazar, Fuad Carım çevirisinin Güncel Yayıncılık'tan Pedro'nun Zorunlu İstanbul Seyahati adlı eserinden intihal yapıldığı iddia edilmektedir. Hatta cümlelerden öte, romanın örgüsüde bahsi geçen romandan alındığı söylenmektedir. ) Bu kitabıyla 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı.[3] Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.
Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.
Orhan Pamuk, romancılığının yanısıra insan hakları, düşünce özgürlüğü, demokrasi ve benzeri konulardaki düşüncelerini makaleler ve söyleşiler yoluyla aktarmaktadır. Şubat 2005 tarihinde İsviçre'de yayımlanan Tages-Anzeiger, Basler Zeitung, Berner Zeitung ve Solothurner Tagblatt adlı gazetelerin haftalık eki olarak çıkan Das Magazin dergisine verdiği demeçte ifade ettiği "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü ama hiç kimse bunları konuşmaya cesaret edemiyor." sözleri Türkiye'de büyük eleştirilere neden oldu. Yazar, bu sözlerinden ötürü Türklüğe hakaret suçuyla 6 ay ila 3 yıl hapis istemiyle mahkemeye verildi. Mahkeme dünya çapında büyük ilgi uyandırdı. Orhan Pamuk'a karşı açılan bu dava T.C. Adalet Bakanlığı'nın onayını gerektiriyordu. Bu onay verilmeyince 22 Ocak 2006 tarihinde mahkeme yetkisizlik kararı verdi ve dava düştü[4].
Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu[5]. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır[6].

NOBEL ÖDÜLÜ:


Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülünü kazanan ilk Türk vatandaşı olarak tarihe geçti. Nobel ödüllerini dağıtan İsveç Akademisi'ne yakın çevreler Orhan Pamuk'tan ziyade Adonis adıyla tanınan Suriyeli şair Ali Ahmet Said'e şans tanımaktaydılar. Ancak Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,

2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.

şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı.[7] Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı.[8] Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı Carl Gustaf'ın elinden aldı.[9]

ROMANCILIĞI:



Benim Adım Kırmızı (1998)
Orhan Pamuk'un romancılığı postmodern roman kategorisinde değerlendirilmektedir[10]. Eleştirmen Yıldız Ecevit Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında [11]onun avangard romancılığını değerlendirmektedir. Özellikle Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım çıkar ve bize kendisini ve olayların gelişimini anlatır. Aynı şekilde edebiyat tarihçisi Jale Parla da Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı kapsamlı yapıtında[12], Benim Adım Kırmızı'dan hareketle Orhan Pamuk'un karşılaştırmalı edebiyat bağlamında irdeler. Parla'ya göre Pamuk, Türk romanının aldığı önemli dönemeçlerin sahibi olan bir yazardır. Doğu-batı sorunsalıyla estetik düzeyde hesaplaşmaya yönelen Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi önemli yazarlardan birisidir Pamuk; bu sorunsalı kültürel ve felsefi içerimleriyle edebiyatına taşımış, özellikle Kara Kitap'ta bu tema bağlamında önemli, çok katmanlı bir edebi metin örneği sergilemiştir.

ElEŞTİRİLER:



Milliyetçi kesimlerce sık sık yerilen yazar, Derin Dalga diye adlandırılan, genç vatansever kesim tarafından "Batı'nın Türkiye'deki kalemi" olarak tanımlanmaktadır[kaynak belirtilmeli]. Aynı çevrelerde isminin birlikte anıldığı yazarlar arasında Elif Şafak ve Yaşar Kemal gibi ünlü isimler de yer alıyor. Ayrıca yazılarında intihal (başka eserlerden kaynak göstermeden alıntı) yaptığı iddiaları da gündeme getirilmiştir.
Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması değişik tepkilerle karşılaştı. Yazarı görüşlerinden dolayı geçmişte eleştirmiş bazı kişiler kazandığı ödülden dolayı tebrik ederken, bazı kişiler ödülün Pamuk'a Türkiye'yi aşağılayıcı tutumundan dolayı verildiği iddiasında bulunarak Pamuk'a sırt çevirmeyi tercih ettiler. Orhan Pamuk Nobel ödülünü almadan on ay önce 19 Aralık 2005 Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan Erol Manisalı'nın "Orhan Pamuk Nobel'i Garantiledi" başlıklı yazısı Orhan Pamuk nobel ödülünü aldıktan sonra popülerleşti ve Orhan Pamuk'un Nobeli hakkındaki olumsuz eleştiriler bu yönde gelişti. Banu Avar'ın Nobel ile ilgili belgeseli ve Demirtaş Ceyhun'un yazıları olumsuz yorumlar için örnek sayılabilir. Basında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Orhan Pamuk'u kutlamadığına dikkat çekildi[13].
Orhan Pamuk'un yargılanmasına sebep olan Kürt ve Ermeniler hakkında söylemiş olduğu sözlerin yanında eserlerinde Atatürk hakkında kullandığı üslup ve yazıları da oldukça eleştirildi. Aşağıdaki paragraf yazarın kitaplarından alıntıdır:
Çocukluğunda kız kardeşiyle tarlada karga kovalayan sapık bir padişah... Sonra kasaba meydanına dolanır, Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar... Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına Cumhuriyet'i emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu... Atatürk'ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük bir felaket olduğu... [14] [15].

İNTİHALCİ SUÇLAMASI:


Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murak Bardakçı 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikayesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Fuad Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir.[16] Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

ORHAN PAMUK DAVASI:


Yazar Orhan Pamuk, Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" açıklamasında bulununca hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açılmıştı.
16 Aralık 2005'de ilk duruşması yapılan Pamuk davası Adalet Bakanlığı'ndan beklenen yazı gelmediği için 7 Şubat 2006 tarihine ertelenmişti.
Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, bu tür davalar için Adalet Bakanlığı'nın yazılı izninin gerektiğini belirtmiş ve izin verilip verilmediğinin sorulması için bakanlığa yazı yazılmasına karar vermiş, duruşmayı da 7 şubata ertelemişti. Duruşmanın ertelenmesi kararına AB yetkililerinden tepki gelmiş, yetkililer birbiri ardına eleştirilerde bulunmuştu.
Dava günü Şişli Adliyesi önündeki Pamuk ve yabancı yetkililere yönelik protesto gösterileri de, Türkiye ve dünya basınında önemli yer tutmuştu.
AB - Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, "hükümet, parlamentoya değişiklik yasası getirebilir. Yapılacak şey budur. Türkiye'nin imajına büyük bir zarar vermiştir. Avrupa'da kötü bir imaj doğmuştur. Ünlü bir yazar hakkında dava açarsanız, dışarıda milliyetçiler bu yazarı dövmek için arabasına saldırırsa, burada ciddi bir sorun vardır" demişti.
AP Türkiye Raportörü Camiel Eurlings de, hükümetin yazar Orhan Pamuk davasını düşürmesi gerektiğini belirterek, hükümet reform taahhüdüne sadık kalmalı şeklinde konuşmuştu.
Türkiye ile AB arasında ciddi gerilime neden olan Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.
Adalet Bakanlığı, Şişli İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda, Yeni Ceza Yasası gereği izin yetkisi olmadığını hatırlatarak, Pamuk'un yargılanması için Adalet Bakanlığı’nın izin verdiğine ilişkin belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar vermişti.

YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:

Türkçe [değiştir]
Cevdet Bey ve Oğulları, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1982, ISBN 975-470-455-4
Sessiz Ev, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1983, ISBN 975-510-215-9
Beyaz Kale, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1985, ISBN 975-470-454-6
Kara Kitap, roman, İstanbul, Can Yayınları, 1990, ISBN 975-470-453-8
Gizli Yüz, senaryo, İstanbul, Can Yayınları, 1992, ISBN 975-470-503-8
Yeni Hayat, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, ISBN 975-470-445-7
Benim Adım Kırmızı, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998, ISBN 975-470-711-1
Öteki Renkler, yazılarından ve söyleşilerinden seçmeler, 1999, ISBN 975-470-765-0
Kar, roman, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002,ISBN 975-470-962-9
İstanbul: Hatıralar ve Şehir, anı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları (YKY), 2003, ISBN 975-08-0716-2
Orhan Pamuk'un diğer dillerde yayımlanmış eserleri

Ödülleri [değiştir]
1979 Milliyet Roman Yarışması Ödülü Karanlık ve Işık (iki yazar arasında paylaşıldı)
1983 Orhan Kemal Roman Ödülü Cevdet Bey ve Oğulları
1984 Madaralı Roman Ödülü Sessiz Ev
1990 Independent Yabancı Roman Ödülü (Birleşik Krallık) Beyaz Kale
1991 Prix de la Découverte Européene (Fransa) Sessiz Ev (Fransızca çevirisi nedeniyle)
1991 Antalya Altın Portakal film festivali en iyi senaryo Gizli Yüz
2002 Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) Benim Adım Kırmızı
2003 Premio rinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı
2003 International Impac-Dublin (İrlanda)
2005 Prix Medicis Etranger (Fransa) Kar
2005 Alman Kitap Sanatı'nın Barış Ödülü (Almanya)
2005 Richarda Huch Ödülü (Almanya)
2006 Le Prix Méditerranée étranger Ödülü (Fransa) Kar
2006 Nobel Edebiyat Ödülü

Kaynaklar [değiştir]
^ Orhan Pamuk. İletişim Yayınları. 30 Kasım 2007 tarihinde erişildi.
^ Orhan Pamuk (2003). İstanbul: Hatıralar ve Şehir. YKY.
^ Nobel prize for hero of liberal Turkey stokes fears of nationalist backlash (Türkçe dilinde). 1 Aralık 2007 tarihinde erişildi.
^ Orhan Pamuk davası düştü (Türkçe dilinde). 2006-10-18 tarihinde erişildi.
^ Orhan Pamuk Teller of the Awful Truth (İngilizce dilinde). 2006-10-18 tarihinde erişildi.
^ Pamuk, Cannes'da jüri üyesi (Türkçe dilinde). 2007-04-19 tarihinde erişildi.
^ 2006 Nobel Yazın Ödülü (Türkçe dilinde). 2006-10-12 tarihinde erişildi.
^ Pamuk’tan tarihi konuşma: Babamın Bavulu. ntvmsnbc.com (7 Aralık 2006). 30 Kasım 2007 tarihinde erişildi.
^ Nobel, Orhan Pamuk’un ellerinde. ntvmsnbc.com (10 Aralık 2006). 30 Kasım 2007 tarihinde erişildi.
^ Engin Kılıç (1999). Orhan Pamuk'u Anlamak. İletişim Yayınları. ISBN 975-470-631-X.
^ Yıldız Ecevit (1996-2004). Orhan Pamuk'u Okumak. İletişim Yayınları. ISBN 975-05-0220-5.
^ Jale Parla (2000). Don Kişot'tan Günümüze Roman. İletişim Yayınları. ISBN 975-470-796-0.
^ Sezer Orhan Pamuk'u kutlamadı (Türkçe dilinde). 2006-10-18 tarihinde erişildi.
^ Emin Çölaşan. Nobel'li 'Türk'... Maskenin arkası (Türkçe dilinde). Hürriyet Gazetesi. 2006-10-21 tarihinde erişildi.
^ Fatih Altaylı. Ahmet Taner Kışlalı'nın Kaleminden Orhan Pamuk (Türkçe dilinde). Haber Vitrini. 2006-10-21 tarihinde erişildi.
^ Murat Bardakçı'nın 26 Mayıs 2002 tarihli yazısı

11 Ocak 2008

Yeni Türk Edebiyatı

EDEBİYATIN VARLIGI VE AMACIİnsanın ve toplumların kendilerini ifade edebilmelerinin en etkin yollarından biri olan ede­biyat, toplum yaşantısından doğan bütün olay, duygu ve düşünceleri kapsayan bir sanat dalıdır. Bu nedenle, edebiyatla sosyal yapı arasında önemli bir ilgi ve etkileşim vardır. Bu ilgi ve etkileşim sonucu toplumların geçirdiği aşamalar edebiyata yansımış ve edebiyat dönemleri ile edebi akımlar oluşmuştur.1- Edebiyatla Sosyal Yapı Arasındaki İlgi ve EtkileşimKonumuza başlarken önce edebiyatın tanımını yapalım, edebiyatla ilgili kavramları kısaca tanıtalım; sonra edebiyatla sosyal yapı arasındaki ilgi ve etkileşime değinelim.Edebiyat, insan ve toplum yaşantısından doğan bütün olay, duygu, düşünce ve hayal1e­rin söz ve yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatılması sanatıdır.Edebiyatla ilgili, edebiyat hakkında yazılmış dil ürünlerine edebi eser denir.Edebiyat ve edebi terimleri, ustalıklı ve incelikli söz anlamına gelen Arapça edeb kökünden gelir.Edebiyat aynı zamanda, edebiyat sanatının kuralları ve ürünleri ile uğraşan bir bilim dalıdır. Bu bilim dalına Edebiyat Tarihi denir.Edebiyat tarihi, edebiyat eserlerini ve edebiyatçıları tarihi gelişim içinde inceleyen bilim dalıdır.Edebiyat tarihlerini ve edebiyat tarihinin konusunu oluşturan edebi eserleri incelediğimiz zaman, edebiyatla sosyal yapı arasında büyük bir ilgi ve etkileşim olduğunu görürüz.Toplumların yönlendirilmesinde önemli bir katkısı olan edebiyat, düşüncelerimizi geliştirir, duygularımızı zenginleştirir; insanın kendini tanımasını sağlar. Evrensel bir nitelik taşıyan edebiyat, aynı zamanda toplumları birbirine yaklaştırır.Toplumların eğitiminde ve gelişmesinde önemli bir rolü olan edebiyat, toplum hayatı ile yakından ilgilidir. Toplumdaki tüm gelişmeler ve değişimler de, olduğu gibi edebiyata yansır. Edebi eserler kaynağını sosyal yapıdan alır.Sonuç olarak; tüm edebiyat ürünleri toplumlaı1 etkileyerek, onların gelişmelerine ve değişimlerine katkıda bulunurken; toplumların yüzyıllar boyunca geçirdiği aşamalar da edebiyat eserlerine yansır.2- Edebiyatla Düşünce Akımları Arasındaki İlişkiler ve Edebi Akımlar Edebiyatla sosyal yapı arasındaki ilgi ve etkileşimi, evrensel bir nitelik taşıyan edebiyatın toplumları birbirine yaklaştırdığını bir önceki konuda belirttik.Edebi eserleri incelediğimiz zaman, ilk çağlarda bile toplumların birbirinden etkilendiğini görüyoruz. İlk edebiyat ürünleri olan destanlar, buna en güzel örnektir.Toplumları yönlendiren ve geliştiren tüm düşünce akımları doğrudan edebiyata yansımıştır. Sözgelimi Rönesans'ın sonucunda, Eski Yunan ve Latin kaynaklarını esas alan Klasisizm, Fransız Devriminin getirdiği demokrasi, özgürlük, insan severlik gibi kavramların or­taya çıkmasıyla Romantizm, Pozitivizm (Müsbet İlim) in sonucunda ise Realizm Ortaya çıkmıştır.Avrupa'da Rönesans'tan sonra arka arkaya ortaya çıkan ve bizim edebiyatımızda da Tan­zimat'tan sonra etkisini gösteren başlıca edebiyat akımları şunlardır: Klasizm, Romantizm, Rea­lizm, Naturalizm, Sür-realizm, Parnasizm, Sembolizm vb.dir.3- Tanzimat Fermanı'ndan Günümüze Uzanan Türk Edebiyatı'nın Dönemleri13. yüzyıldan 19.yüzyılın ortalarına kadar süren Klasik Türk edebiyatı Şeyhi, Ali Şir Nevai, Fuzuli, Baki, Nef'i, Nedim gibi şairlerle birbirinden güzel eserler vermiş, 19.yüzyılın orta­larında varlığını tamamlayarak yerini "Batı Edebiyatı Etkisindeki Türk Edebiyatı"na bırakmıştır.Batı edebiyatı etkisindeki Türk edebiyatı Tanzimat'ın ilanından sonra başlar"; günümüze kadar" oluşan edebiyat dönemlerini kapsar.Bu dönemleri şöyle sıralayabiliriz:Batı Edebiyatı Etkisindeki Türk Edebiyatı DönemleriI- Tanzimat Edebiyatı (1860–1896)a) 1. Dönem b) 2.DönemII- Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) 1896–1901III- Fecr-i Ati (1901–1911)IV- Milli Edebiyat Akımı (1911–1918) V- Milli Mücadele Dönemi (1918–1923)a) 1940 Yılına kadar Türk Edebiyatıb) Son Dönem Türk Edebiyatıc) Günümüz Halk EdebiyatıXIX. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI19. yüzyılda Divan edebiyatı ve Halk edebiyatı yüzyıllar süren etkinliklerini yitirmiş, Tan­zimat Fermanı'nın ilanından sonra (19.yüzyılın ikinci yarısında) yerlerini Batı edebiyatı etkisinde gelişen Tanzimat edebiyatına bırakmıştır.1-XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı a) Genel Özellikleri1- 19. yüzyılda Divan edebiyatı olarak da adlandırdığımız Klasik Türk edebiyatı etkin­liğini yitirmiş, şairler kendilerinden öncekileri taklitten öte gidememiş1erdir. Ancak Enderunlu Vasıf, Yenişehirli Avni, Keçecizade İzzet Molla gibi sanatçılarımız edebiyatımıza bazı yenilikler ge­tirerek Divan edebiyatının bir süre daha devam etmesini sağlamışlardır.2- Bu yüzyılda Divan şairleri, halkın kullandığı deyimleri, sözcükleri kullanarak halk şiiri özelliklerini. Divan şiirine getirmişlerdir.3- Buna karşılık 19.yüzyılda, Halk şairleri Divan şiirinin etkisinde daha çok kalmış; bu et­kiyle aruz ölçüsünü kullanmış, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalara daha fazla yer vermişlerdir.4- 19.yüzyılın ikinci yarısında Divan ve Halk edebiyatları etkisini yitirmiş, yerlerini Batı edebiyatı etkisinde gelişen Tanzimat edebiyatına bırakmıştır.5- Tanzimat edebiyatı ile birlikte toplumcu bir sanat anlayışı benimsenmiş; hak, adalet, özgürlük gibi kavramlar edebiyatımıza yerleşmiştir.6- Yine Tanzimat edebiyatı ile Batı edebiyatını etkileyen Klasizm, Romantizm, Realizm gibi edebi akımlar bizim edebiyatımızı da etkilemiş; roman, hikâye, tiyatro, makale gibi yeni türler ilk kez edebiyatımızda yer almıştır.b) Manzum Eserler19.yüzyılda, Divan ve Halk edebiyatları eski etkilerini yitirmiş, özellikle Divan şairleri söyleyiş yönünden güçlü şiirler ortaya koyamamışlardır.Bu yüzyılda Divan şairleri halka yaklaşır ve halk şiirinin özelliklerinden yararlanırken; Halk şairleri de divan şiirinin söyleyiş özelliklerine yaklaşmışlardır.Divan şairleri "mahallileşme" akımının sonucu halkın kullandığı söyleyiş özelliklerinden yararlanmış, deyimleri bol bol kullanmışlardır.Bu yüzyılın Divan şairlerinin başlıcaları Yenişehirli Avni, Enderunlu Vasıf ve Keçecizade İzzet Molla'dır.Yenişehirli A Avni Divan geleneği ile yetiştiği halde, Halk şiirinden de etkilenmiştir.Şiirlerinde Mevlana tarikatına (Mevlevilik) mensup olduğu için Tasavvufun izleri görülür,Aynı yüzyılda yaşayan Enderunlu Vasıf ise I8.yüzyıl Divan şairi olan Nedim'in tarzını devam ettirmiş; sade, içten bir anlatım kullanmıştır. Şiirlerinde İstanbul'u anlatmış, Nedim gibi zevk ve eğlenceden, neşeden söz eden şiirler yazmıştır. Bu yüzyılın diğer Divan şairleri gibi halk söyleyişlerini kullanmıştır.Edebiyatımızda "Mihnet-i Keşan" adlı mesnevisiyle tanınan Keçecizade İzzet Molla, Divan şiirine birçok yeni kavramlar getirmiştir. "Mihnet-Keşan" konu ve tema bakımından yeni bir eserdir. Bu eserinde şair başından geçen bir olayı anlatarak psikolojik yorumlar yapmıştır.19.yüzyılın en önemli Halk şairleri Dadaloğlu, Seyrani, Bayburtlu Zihni ve Erzurumlu Emrah19.yüzyılın güçlü Halk şairlerinden Dadaloğlu, Avşar Türkleri arasından yetişmiş ve onların acılarını dile getirmiştir. Şiirlerinde yiğitlik, haksızlığa karşı gelmek, adalet gibi kavramlarla aşk, güzellik ve doğa ile ilgili konuları işlemiştir.Bu yüzyılın önemli şairi Seyrani, "taşlama"ları ile tanınır. Çevresinde gördüğü ak­saklıkları, ahlaksızlıkları, haksızlıkları ince bir mizahla taşlamalarında dile getirmiş, devletin en üst kademelerinde bulunanları bile yanlışlarından dolayı korkmadan eleştirmiştir.19.yüzyılda Divan tarzında da şiirler yazan, ama asıl halk şiirine ait "koşma"larıyla tanınan ve sevilen şairimiz Bayburtlu Zihni, iyi bir eğitim görmüştür.Divan şiirinin etkisiyle Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmıştır. Lirik, içten bir anlatımı vardır.Bayburtlu Zihni gibi Halk şiirine Divan şiiri öğelerini getiren bir diğer Halk şairimiz de Erzurumlu Emrah'tır. Kendisinden sonra birçok halk şairini etkileyen Erzurumlu Emrah Arapça ve Farsça sözcüklere yer vermesine rağmen Türkçeyi başarıyla kullanmış, şiirlerini lirik ve içten bir anlatımla söylemiştir.c) Mensur EserlerDivan edebiyatında nazım hep ön planda olmuş, ancak 15.yüzyıldan sonra nesir gelişmeye başlamıştır. 19.yüzyılda ise nesir türlerinin daha ön plana geçtiğini görüyoruz.Bu yüzyılın nesir türündeki önemli eserleri Yirmi sekiz Çelebi Mehmet'in "Sefa­retname"si ile "Mütercim Asım Tarihi"dir. Mütercim Asım'ın bu kitabı, yakın tarihimizi anla­tan önemli bir eserdir.XIX. YÜZYIL DÜNYA EDEBİYATIAvrupa'da Rönesans'la her alanda başlayan gelişmeler edebiyata da yansıdı. 17.yüzyılda, kaynağını Eski Yunan ve Latin eserlerinden alan klasik b ir edebiyat anlayışı oluştu. 1789 Fransız devriminden sonra ise birbirinden farklı yeni edebiyat anlayışları ortaya çıktı. Ede­biyatta önemli gelişmeler ve büyük bir canlılık oluştu.Avrupa'da, özellikle Fransa'da başlayan bu gelişmeler daha sonra bütün dünyaya yayıldı.1- 19.yüzyıl Dünya Edebiyatının Genel ÖzellikleriRönesans, XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa'nın "altın çağı" olmuştur. Bu dönemin yazar­ları, öncelikle Eski Yunan ve Latin edebiyat eserlerini örnek almışlar; ancak bu örneklere Yeniçağ'ın tüm düşünce özelliklerini ve yeniliklerini de katarak, çok güzel ve özgün eserler ortaya koymuşlardır.Yaşadıkları toplumun ürünü olan edebiyatçılar, ait oldukları toplumlara siyasal, sosyal, kültürel gelişimlerini yansıtırlar. Sanatçılar, bu kavramları yansıtırken hep arayış içinde olmuşlar ve toplumda beliren eğilimlere göre bu arayışlarını sürdürmüşler. Sanatçıların toplum psikolojisine göre bu eğilimlere şekil vermesiyle yeni biçimler, türler, karakterler ortaya çıkmış, böylece edebi akımlar oluşmuştur.Edebiyatta görüş, duyuş, anlayış farklılıklarından oluşan çığırlara edebi akım denir.Avrupa'da, özellikle Fransa'da ortaya çıkan bu edebi akımlar, zamanla bütün dünya ede­biyatlarını etkilemiş, Tazimattan sonra da bizim edebiyatımızda etkisini göstermiştir Edebi akımlardan Romantizm, Realizm ve Sembolizm ile bu akımlardan etkilenmiş, Dünya edebiyatının seçkin sanatçılarından birkaçı hakkında bilgi verelim:2- Romantizm Edebiyat Akımı- Victor Hugo17.yüzyılda ortaya çıkan Klasisizm akımının sanatçıyı sıkan belirli kuralları vardır.İşte, sanatçıyı sıkan bu kuralcılığa bir tepki olarak 19.yüzyılda Romantizm akımı doğmuştur.Akıl ve sağduyuya dayanan Klasisizm'e karşılık, Romantizm'de hayaller, duygular ve coşkular önem kazanmıştır.Romantizm'de kişiler çevreleri içinde ele alınmış, gerçekler tüm yönüyle verilmiştir.Romantizm akımının öncüsü ünlü Fransız yazarı Victor Hugo’dur.Victor Hugo, "Cromwell" adlı tiyatro eserinin önsözünde Romantizm'in ilkelerini belirtmiş, "Hernani" dramının oynanmasından sonra da Romantizm, kesin zaferini kazanmıştır.Şiir, tiyatro, roman türünde eserler veren Victor Hugo, eserlerinde özgürlük, vatan sevgi­si, demokrasi, insanlık gibi toplumsal kavramları savunmuş, doğaya önem vermiş, insan ilişkilerindeki duygusallığı, heyecanları ve coşkuyu işlemiştir.Victor Hugo'nun anlatımı akıcı ve sürükleyicidir. Zengin ve güçlü bir söyleyişle yazmıştır.Sefiller ve Notre Dame'nin Kamburu adlı romanları, Victor Hugo'nun Dünya Klasikleri içinde yer alan çok önemli eserlerindendir 3- Realizm Edebiyat Akımı- Tolstoy-StendhalRealizm, 19.yüzyılın ikinci yansında Romantizme tepki olarak doğmuş bir edebiyat akımıdır.19.yüzyılda deneysel bilimlerin gelişmesiyle oluşan Realizm, insanın ve toplumların hayatının bütün oluş çizgilerini nedenleriyle görmek, göstermek, isteyen; yani gerçeği olduğu gibi anlatmayı amaç edinen edebiyat akımıdır.Realizm, Romantizme karşı kesin Üstünlüğünü, Fransız yazan Gustave Flaubert'in "Madam Bovary" adlı eseri ile kazandı.Önce Fransa'da ortaya çıkan Realizm, daha sonra bütün Dünya edebiyatlarını etkilemiştir. Honore de Balzac, Guy de Maupassant, Stendhal, Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Char­les Dickens, John Steinbeck realist yazarlardandır.Dünya edebiyatının en seçkin sanatçılarından birisi Rus yazarı Tolstoy'dur.Dram türünde de eserleri olmasına rağmen, Tolstoy'un asıl gücü romanlarındadır. Halkı çok iyi tanıyan Tolstoy, romanlarında çok başarılı karakterler yarattı. Toplumdaki dengesizlikleri, eşitsizlikleri, memleketinin hayatını ve özelliklerini realist bir görüşle yazdığı romanlarında, çok canlı bir biçimde anlattı.Tolstoy görüşlerini keskin bir gözlem gücüyle, yapmacıklıktan uzak, sade ve son derece akıcı bir anlatımla dile getirdi"Harp ve Sulh" "Diriliş", "Anna Karenina" Dünya edebiyatının seçkin örneklerindendirDünya edebiyatının bir diğer önemli yazarı, Realizm edebi akımının öncülerinden olanFransız yazar Stendhal'dir. Gezi, anı, deneme, hikâye ve roman türlerinde eserler veren Stendhal'in en başarılı olduğu alan romandır. İlk ve en önemli eseri olan "Kırmızı ve Siyah" ilk psikolojik romandır ve Dünya edebiyatının en büyük eserlerindendir.İnsanlar hakkında eşsiz deneyimler kazanan, çevresini çok iyi gözlemleyen Stendhal, bütün birikimlerini roman ve hikâyelerinde başarıyla kullandı.Stendhal'in yalın, sade, gerçekçi ve etkileyici bir anlatımı vardır.4- Parnasizm ve Sembolizm Edebiyat Akımları-Paul VerlaineRealizm edebiyat akımının şiirdeki biçimine Parnasizm denir. Parnasizm şiirdeki gerçekçiliktir."Sanat için Sanat" görüşünü benimseyen Parnasyen şairler, duygudan çok tasvire, düşünceye, biçim ve söyleyiş güzelliğine önem vermişlerdir.Sembolizm ise 19.yüzyılın ikinci yarısında Parnasizm'e tepki olarak doğan bir diğer edebi akımıdır.Sembolizm doğrudan doğruya anlatılması mümkün olmayan ince, derin duyguların ve coşkunlukların sembollerle ve seçkin sözlerin yarattığı müzikle dile getirilmesini isteyen bir ede­biyat akımıdır.Sembolizm'de doğa değil, onun insan ruhunda bıraktığı izlenimler anlatılır. Anlam kapalıdır. Sözler anlamları ile değil, yaratacakları ahenkle, müzikle önemlidir.Paul Verlaine, Baudelaire, Arthur Rimbaud bu akımın öncülerindendir.BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATITANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATIAvrupa'da Rönesans'la her alanda başlayan gelişmeler, edebiyatta da kendini göstermiş, 17,yüzyıldan sonra arka arkaya çıkan edebi akımlar, Batı edebiyatı ile birlikte bütün dünya ede­biyatlarını etkilemiştir,Tanzimat'ın ilanıyla, aydınlarımız Avrupa kültürünü yakından tanımış ve 19.yüzyılın ikin­ci yarısından itibaren Batı edebiyatını örnek almışlardır.Batı etkisiyle gelişen edebiyat dönemlerimizin ilki, Tanzimat edebiyatıdır.1- Genel ÖzelliklerOsmanlı devleti XIX. yüzyılda içte ve dışta meydana gelen karışıklıklarla iyice zayıflamış, her alanda gelişen Avrupa devletlerinin karşısında güçsüz kalmıştır.Bu durumda, Osmanlı devlet adamları gelişmelere ayak uydurabilmek için, Batı ülkelerinin bilim ve teknolojisinden yararlanmak istemişlerdir. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, bu amaçla hazırlanmıştır.Tanzimat'ın ilanıyla Batı kültürünü ve sanatını yakından tanıyan aydınlar, düşüncelerini edebiyat aracılığıyla halka aktarmaya çalışmışlardır~ Böylece edebiyatımızda yeni bir dönem başlamıştır.Batı etkisinde gelişen bu dönemlerin ilki, Tanzimat dönemi Türk edebiyatıdır.2- Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı (1860–1876)I.Dönem sanatçıları "toplum için sanat" görüşünü benimsemiş, bunun sonucunda halkın anlayabileceği bir dilin kullanılmasını savunarak, toplumsal konulan işlemişlerdir.Vatan, millet, özgürlük, hak, uygarlık, adalet, eşitlik gibi kavramlar edebiyatımıza Tanzi­mat'la girmiş; ayrıca bu dönem sanatçıları, halkın eğitim görevini de üstlenmişlerdir.I.Dönem Tanzimat sanatçıları şiirin konusunu ve özünü değiştirdikleri halde, biçim olarak eski geleneğe (Divan edebiyatı) bağlı kalmışlardır.Bu dönemde Batı edebiyatından ilk çeviriler yapılmış, bu çevirilerin sonucunda roman, hikâye, tiyatro, makale, eleştiri gibi türler edebiyatımıza girmiştir.Gazetecilik, Tanzimat döneminde gelişmiş, ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Şinasi ve Agâh Efendi tarafından 1860'da çıkarılmıştır. Bu tarih (1860), Tanzimat edebiyatının da başlangıcı sayılmıştır.Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi 1.Dönem Tanzimat edebiyatının en önemli temsilcileridir.a) Manzum Eserler:I.Dönem Tanzimat sanatçıları şiirin konusunu ve özünü tamamen değiştirmiş; şiire vatan, millet, özgürlük, insan sevgisi, eşitlik, adalet gibi toplumsal kavramları getirmişlerdir. Ancak şiirin biçimini tam olarak değiştirememişlerdir. Nazım birimi, olarak beciti aruz ölçüsünü, kaside, gazel, murabba gibi Divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanmışlar; sadece kaside nazım biçimindeki klasik kaside bölümlerini kullanmamışlardır.NAMIK KEMAL"Vatan şairi" diye de anılan Namık Kemal'in, toplumsal konulan ve kavramları işlediği coşkulu şiirleri; güçlü ve heyecanlı söyleyişi ile edebiyatımızda önemli bir yeri vardır.Biz Onun vatan sevgisi, özgürlük gibi toplumsal kavramları işlediği Hürriyet Kaside'sinden aldığımız örnek beyitleri inceleyeceğiz.Hürriyet Kasidesi1- Görüp ahkâm-ı asr-ı münharif sıdk u selamettenÇekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten2- Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmettenMürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten3- Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsinDönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten4- Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyetÇalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten5- Ne efsunkâr imişsin, ah ey didâr-ı hürriyetEsir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esarettenNâmık KemâlBeyitlerin Açıklaması:1- Devrin hükümlerini doğruluktan sapmış görüp hükümetteki görevimizden değerimizi koruyarak ve şerefimizle çekildik. 2- Kendini insan bilenler halka hizmet etmekten usanmaz. İnsan sevgisiyle dolu olanlar zulüm görmüş, zavallı kimselere yardım etmekten çekinmezler.3- Felek her türlü cefa (eziyet) sebeplerini toplayıp gelsin; (eğer) millet yolundaki kararlı gidişimden dönersem kahpeyim.4- Zulüm ve zalimlik ile özgürlüğü yok etmek mümkün değildir. Gücün yeterse in­sanlıktan düşünceyi kaldır.5- Ey özgürlüğün güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsinEsirlikten kurtulduk, ama bu kez de senin (özgürlüğün) esirin olduk.Kelimeler:âdemiyyet: İnsanlık ahkâm: Hükümlerahkâm-ı asr-ı münharif: Doğruluktan sapmış asrın hükümleri azîmet: Yola çıkış, gidiş, kararlı gidişbab-ı hükümet: Hükümet kapısıbîdad: Adaletsizdidâr: Güzel yüzefsunkâr: Büyüleyiciesbab-ı cefa: Cefa sebepleriesâret: Esirlik, kölelik, tutsaklıkiânet: Yardımidrâk: Düşünme yeteneğiimhâ-yı hürriyet: Hürriyeti yok etmek muktedir olmak: Gücü yetmek mürüvvet-mend: İnsaniyetli, insanı seven.Açıklamalar:Bu dörtlüklerde dürüstlük, onurlu olmak, insan sevgisi, adalet, vatan ve millet sevgisi ile özgülük gibi kavramlar işlenmiştir.Şiir, beyitlerle ve aruz ölçüsü ile yazılmıştır. Nazım biçimi "kaside"dir; ancak klasik ka­sidelerdeki gibi bu beyitlerde övülen bir devlet büyüğü değil; vatan, millet, özgürlük gibi toplumsal kavramlardır.Hürriyet Kaside'sinin tamamı 29 beyittir.Namık Kemal (1840–1888)Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Divan edebiyatı geleneği ile yetişen Namık Kemal, Şinasi ile tanıştıktan sonra Batı sanat ve kültürüne yönelmiş, halkı aydınlatmak ve eğitmek amacıyla toplumsal konuları işlemiştir.Şinasi ile Tasvir-i Efkâr gazetesini, daha sonra da Hürriyet ve İbret gazetelerini çıkarmış, şiirler yazmış; roman, tiyatro, tarih ve eleştiri türlerinde eserler vermiştir. "Vatan-yahut-Si1istre" adlı piyesinin yankıları büyük olmuş; bunun üzerine Kıbrıs adasındaki Magosa kalesinde, 38 ay (1873) hapsedilmiştir.Tanzimat döneminin en önemli düşünce ve sanat adamlarından olan Namık Kemal, ede­biyatı düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kullanmıştır.Namık Kemal'in "İntibâh" romanı, edebiyatımızda ilk edebî roman olma özelliğini taşır.b) Mensur EserlerTanzimat'ın 1. döneminde nazımda olduğu gibi, nesir türlerinde de toplumsal konulara ağırlık verilmiş, Divan edebiyatının (Klasik: edebiyat) aksine nesir ön plana geçmiştir.Gazeteciliğin gelişmesi ile gazeteye bağlı yazı türleri de ortaya çıkmış (makale, fıkra, eleştiri), Türk düşünce hayatı özel gazeteler aracılığıyla büyük aşamalar geçirmiştir.İlk tiyatro eseri, Şinasi'nin bu dönemde yazılan "Şair Evlenmesi'" adlı, bir perdelik ko­medisidir. Tiyatro türüne Şinasi'nin yanı sıra Namık Kemal dramlarıyla, Ahmet Vefik Paşa ise Mo­liere'den çevirdiği ve adapte ettiği eserleri ile büyük katkıda bulunmuştur.İlk çeviriler yapılmış, bu çevirilerin sonucunda roman ve hikâye türleri gelişmiştir. Ayrıca tarih, edebiyat tarihi ile ilgili ilk çalışmalar Tanzimat'la başlamıştır. Ahmet Mithat Efendi roman ve hikâyeleri ile bu türleri halka sevdirmeye çalışmıştır.ŞİNASİ (1826–1871)Şinasi Tanzimat dönemine sanatçı kişiliğinden çok, düşünceleri ile damgasını vurmuş bir edebiyatçımızdır.İlk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’i Agâh Efendi ile çıkaran Şinasi, ilk makaleyi de bu gazetede Mukaddime (önsöz) adıyla yayımlamıştır. 1860'da çıkardığı Tercüman-ı Ahval'den sonra, 1862'de Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmıştır.İlk tiyatro eseri olan "Şair Evlenmesi" Şinasi tarafından yazılmış, bir perdelik- komedidir. Türk atasözlerini toplayan, La Fontaine'in fabl’larını Türkçeye çeviren, sözlük çalışması yapan Şinasi'nin şiirleri de vardır. Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı "Kaside"si çok ünlüdür'.3- Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı II (1876–1896)Tanzimat'ın I.döneminde "toplum için sanat" görüşünü benimseyen sanatçılar, toplu­mu aydınlatmak için edebiyatı bir araç olarak görmüşler, halkı eğitmek ve geliştirmek amacıyla eserler vermişlerdir.1878'de Meclis-i Mebusan, Sultan II. Abdülhamit tarafından kapatılır ve Meşrutiyete son verilir. Hemen ardından Tanzimat Fermanıyla toplumsal yaşamda sağlanan bazı özgürlükler kısıtlanır ve Osmanlı devleti 33 yıl süren bir baskı rejimi ile yönetilmeye başlanır.a) Manzum Eserler:Böyle bir ortamda toplumsal sorunları dile getiremeyen II. dönem Tanzimat sanatçıları bi­reysel konulara yönelmiş ve "sanat için sanat" anlayışını benimsemişlerdir.Bu anlayışın sonucunda dilde sadeleşme çabalan bırakılır ve dil ağırlaşır. Açık anlatım yerini, kapalı ve sanatlı bir anlatıma; toplumsal konular da bireysel konulara bırakır. Ancak bu dönem sanatçıları bazı tür ve biçimlerde önemli yenilikler yapmışlardır. Bazı nazım biçimleri bırakılarak Batı'dan alınan yeni nazım biçimleri kullanılmıştır.Tanzimat'ın II. dönem şair ve yazarlarının başlıcaları Abdülhak Hâmid Tarhan, Recaizâde Mahmut Ekrem ve Samipaşazâde Sezai'dir.ABDÜLHAK HAMİD TARHANTanzimat edebiyatının önemli sanatçılarından birisi olan Abdülhak Hâmid, özellikle ede­biyatımıza getirdiği yeni kavramlar ile şiirimizi biçimsel açıdan yenileştirmesiyle dikkati çeker.Onun "Makber" adlı şiiri, sanatçının bu yönlerini tanıtması açısından önemlidir.MAKBEREyvâh... ne yer, ne yâr kaldı,Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.Şimdi buradaydı, gitti eldenGitti ebede, gelip ezelden.Ben gittim, o hâksâr kaldı,Bir gûşede târmar kaldı;Bâkî o enîs-i dilden, eyvah!...Beyrut'ta bir mezar kaldı.A.HâmidKelimeler:bâkî: kalan, artık, bundan başka. hâksâr: Toz toprak içinde,ebed: Sonu olmayan gelecek. enîs-İ dil: Gönül arkadaşıezel: Başlangıcı olmayan geçmiş zaman.gûşe: Köşetârmar: Dağınık:AçıklamalarYukarıdaki bent Abdülhak Hâmid'in "Makber" adlı eserinden alınmıştır. Bu eser, şairin kansı Fatma Hanım'ın ölümü Üzerine yazdığı, karısının ölümünden duyduğu acının yanı sıra ölüm, din, felsefe ile ilgili görüşlerini belirttiği manzum bir mersiyedir. Makber sekizer mısralık 295 bentten oluşmuştur.Örnek metinde şair, karısının ölümünden duyduğu üzüntüyü anlatmaktadır.ABDÜLHAK HAMİD (l852~193)Abdülhak Hâmid Tazimatın II. döneminin bütün özelliklerini eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır. Kişiliğinin yanı sıra, toplumsal baskıların da etkisiyle aşk, doğa ve ölüm konulanına yönelmiştir.Abdülhak Hâmid'in eserlerini tiyatro eserleri ve şiirleri olarak iki grupta toplayabiliriz.Gerek tiyatro eserleri, gerek şiirlerinde Romantizm edebi akımının etkisi görülür.Hâmid, eserlerinde ölüm, ruh, sonsuzluk gibi soyut kavramları, aşk ve doğayı işlemiş; tiyatro eserlerinin bir kısmında da tarihi konulan, yurtseverlik kavramını anlatmıştır. Eserlerinin dili ağır, anlaşılması zordur.b) Mensur EserlerTanzimat'ın II. döneminde roman, hikâye, tiyatro, çeviri, anı ve eleştiri türlerinde eserler verilmiştir.Bu dönemde özellikle roman türü gelişmiş, Romantizm edebiyat akımından Realizm'e geçmiştir.Namık Kemal'in Romantizmin etkisindeki "İntibah" ve "Cezmi" romanlarından sonra Samipaşazâde Sezai’nin "Sergüzeşt" adlı romanı. Romantizm'den Realizme geçişin bir göstergesidir. Recaizâde M. Ekrem'in "Araba Sevdası" adlı romanı ise, edebiyatımızdaki ilk rea­list romandır.RECAİZÂDE MAHMUT EKREM (1847–1914)Recaizâde Ekrem, "sanat için sanat" ilkesini savunarak edebiyatımıza getirdiği yeniliklerle, Abdülhak Hâmid ile birlikte Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Funûn) edebiyatının hazırlayıcıları arasında yer almıştır.Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, anı türlerinde verdiği eserleriyle Recaizâde Ekrem'in 'edebiyatımızda önemli bir yeri vardır. Ekrem "Her güzel şey şiirdir." ilkesiyle Türk şiirinin tema ve konusunu genişletmiştir.Recaizâde Ekrem'in "Araba Sevdası" adlı romanının edebiyatımızda "Önemli bir yeri vardır. Yazar, bu romanında yanlış batılılaşmayı işlemiştir. "Araba Sevdası" edebiyatımızda ilk realist (gerçekçi) roman örneğidir.SERVET-İ FÜNÛN (EDEBİYAT-I CEDİDE)Tanzimat edebiyatı ile başlayan Batılılaşma, Edebiyat-ı Cedide döneminde tam olarak yerleşir.Yeni edebiyat anlamına gelen bu topluluğa, Servet-i Fünûn dergisinde bir araya gelip bu dergide görüşlerini yazdıkları için Servet-i Fünûn edebiyatı da denmiştir.1896–1901 yıllarında etkin olan bu topluluğun, kısa bir dönemi kapsamasına rağmen, edebiyatımıza katkıları büyük oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde Türk edebiyatı tamamıyla çağdaş bir nitelik kazandı.1- Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide)a) Genel Özellikler:Bir önceki ünitemizde, II. Abdülhamit'in 1878'de, Meclis-i Mebusan'ı (Osmanlı Millet Meclisi) kapatarak koyu bir baskı rejimini başlattığını ve bunun sonucunda edebiyatta toplumsal konulardan ve kavramlardan uzaklaşıldığını belil1miştik.II. Dönem Tanzimat edebiyatı sanatçıları, bu baskılar sonucu "sanat için sanat" görüşünü benimsemişler, yeni bir edebiyat anlayışı geliştirerek Edebiyat-ı Cedide’nin hazırlayıcıları olmuşlardır.Böyle bir ortamda yetişen Edebiyat-ı cedideciler, 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisinde bir topluluk oluştururlar. Derginin yönetimini ise Tevfik Fikret üstlenir.Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca sanatçıları şiir alanında: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Celal Sahir.Nesir, yani düz yazı alanında Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'dur.b) Manzum Eserler"Sanat için sanat" görüşünü benimseyen Edebiyat-ı Cedideciler bu nedenle toplumsal ko­nular yerine, kişisel konulan işlediler.Edebiyat-ı Cedide şairleri, Divan edebiyatı biçimlerini bıraktılar. Fransız edebiyatından "Sone" ve "Terza-Rima" gibi nazım biçimlerini aldılar, Divan edebiyatının müstezat nazım biçimini "serbest müstezat" adı ile yeni bir biçime dönüştürdüler.Anlamın beyitte toplanması yerine, anlamı tüm şiire yaydılar; bir başka deyişle parça güzelliği yerine bütün güzelliğini öne çıkardılar.Ağır bir dille, sanatlı bir söyleyişle yazdılar; şiirde ahenge önem verdiler; ahengi arttırmak için sözcüklerin oluşturduğu ritimden yararlandılar, anız kalıplarını ustalıkla kullandılar.Şiirde Parnasizm ve Sembolizmden etkilendiler. TEVFİK FİKRETEdebiyat-ı cedide topluluğu içinde adı ilk akla gelen, öncü ve önder olan sanatçı Tevfik Fikret'tir.Servet-i Füsun’da yer aldığı sürece kişisel konulan işleyen Tevfik Fikret, Servet-i Fürundan ayrıldıktan sonra toplumsal konulara yönelmiştir.Tevfik Fikret'in Parnasizm'in etkisiyle kişisel izlenimlerini anlattığı "Yağmur" adlı şiiri ile insanlara yaşama heyecanını duyurmak amacıyla yazdığı "İzler" adlı şiiri nazım biçimi bakımından klasik nazım biçimlerinden farklı olduğu görülür. Her iki şiir de kişisel konuları işlemektedir. Tevfik Fikret "Doksan beşe Doğru" ve "Millet Şarkısı" gibi şiirlerinde ise toplumsal konulan işlemiştir.Tevfik Fikret (1867–1915)Edebiyatımızın en önemli şairlerinden biri olan Tevfik Fikret, Edebiyat-ı Cedide'nin öncülerindendir.Tevfik Fikret hem içerik, hem biçim yönünden şiirde önemli yenilikler yapmış, Türk ede­biyatının çağdaşlaşmasında önemli bir katkı sağlamıştır.Tevfik Fikret Servet-i Fünûn dergisinde kişisel konuda şiirler yazmış; doğanın kendi ruhunda bıraktığı izlenimleri, kişisel duygularını dile getirmiştir. Servet-i Fünûn topluluğu dağıldıktan sonra ise sosyal konulara yönelmiş, toplumsal sorunları eleştirmiş, oğlu HaIuk'un şahsında Türk çocuklarına ve Türk gençlerine öğütler vermiştir. Eğitimci yönüyle de ede­biyatımızda önem kazanan Fikret, çocuklar için, bu amaçla yazdığı şiirlerini "Şermin" adlı kitabında toplamıştır.c) Mensur EserlerEdebiyat-ı cedide döneminde, Tanzimat ile başlayan yeni nesir giderek gelişmiş, özellik­le roman ve hikâye türlerinde çok güzel örnekler verilmiştir. Dönemin siyasi baskısı nedeniyle tiyatro türü pek gelişmemiştir.Bu dönemde, roman ve hikâye türleri gerek teknik gerek konuları ele alış, gerekse karak­ter yaratmadaki ustalıklar açısından gerçek başarıya ulaşmıştır.Edebiyat-ı Cedide yazarları gözleme çok önem verdiklerinden içinde yaşadıkları hayatı an­latmakta çok başarılı olmuşlar, Batı uygarlığından çok etkilendikleri için, gerçekleşmesini istedikleri batılı hayatın bazı örneklerini de eserlerinde vermeye çalışmışlardır.Roman ve hikâye türlerinde Realizm ve Natüralizmi benimsemişlerdir.Mehmet Rauf’un "Eylül" adlı romanı, edebiyatımızda ilk psikolojik roman olma nite­liğini kazanmıştır.Halit Ziya Uşaklıgil (1866–1945)Halit Ziya, edebiyatımızda nesil' türlerinin gelişmesinde önemli katkısı olan sanatçılarımızdandır.Fransız edebiyatından şiir, hikâye vb. türlerde birçok çeviriler yapan; roman, hikâye, anı türlerinde eserleri olan Halit Ziya'nın en başarılı yanı, Türk edebiyatına kazandırdığı hikâye ve romanlarıdır.Halit Ziya'nın hikâye ve romanlarında teknik bakımdan tam bir kusursuzluk dikkati çeker.Realist bir yöntemle, gözleme dayalı olarak yazdığı eserlerinde insan-çevre ilişkisi çok başarılıdır. Yazar, kişilerin iç dünyası ile yaşadıkları çevre arasında çok sıkı bir bağlantı kurar.Bütün Edebiyat-ı Cedideciler gibi Halit Ziya'nın da dili ağır, anlatımı süslü ve sanatlıdır.Halit Ziya'nın yabancı sözcüklerle dolu, uzun tamlamaların, sanatlı söyleşilerin yer aldığı bir anlatımı vardır.I.Dönemin Bağımsız İsimleriEdebiyat-ı Cedide hareketinin ortaya çıktığı yıllarda yetişmiş, ancak bu topluluğun görüşlerine katılmamış bazı sanatçılar vardır. Bu sanatçılar bağımsız olarak kalmışlar, kendi1erine özgü bir anlayışla eserler vermişlerdir.Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ahmet Rasim, Edebiyat-t Cedide döneminin dışında kalmış sanatçılardan en önemlileridir.Hüseyin Rahmi Gürpınar (l864~1944)Çağdaşları Edebiyat-ı Cedide sanatçıları gibi realist eserler yazan Hüseyin Rahmi; Ahmet Mithat Efendi'nin açtığı popüler, halka dönük roman anlayışını devam ettirdi. Konularını halkın her gün iç içe olduğu, her tür olaydan aldı.Hüseyin Rahmi, eserlerinde toplumun aksak, gülünç yönlerini yansıttı Bâtıl inançları, gelenekleri, görenekleri anlattı. Eserlerinde ince bir mizah dikkati çeker. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın çok okunmasının ve sevilmesinin nedeni halkı anlatan, onlara seslenen konularından; sade, açık, yalın, mizahı anlatımından kaynaklanır.Verimli bir yazar olan Hüseyin Rahmi'nin, çok sayıdaki romanlarından bazıları şunlardır:Gulyabani, Şık. Mürebbiye, Nimetşinas, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
FECR-İ ATİ TOPLULUGUServet-i Fünûn edebiyatının devamı niteliğinde olan Fecr-i Ati topluluğu, 1909 yılında or­taya çıktı. Geleceğin güneşi anlamına gelen Fecr-i Ati topluluğu görüşlerini bir bildiri ile 24 Şubat 1910'da edebiyat dünyasına duyurdu. Ancak bu topluluk, içinde bulundukları olumsuz koşullar nedeniyle fazla bir varlık gösteremeden dağıldı.Fecr-i Ati Topluluğu (1909–1912)a) Genel Özellikler:Edebiyat-ı Cedideciler gibi "Sanat için sanat" görüşünü benimseyen Fecr-i Ati topluluğu, edebiyat ve sanatla ilgili görüşlerini ve düşüncelerini 24 Şubat-1910'da Servet-i Fünûn dergisinde bir bildiri ile açıkladılar. Bu açıklama edebiyatımızdaki ilk bildiridir.Sanat ve edebiyat sevgisiyle kurulan Fecr-i Ati topluluğu, edebiyatı araç değil, amaç ola­rak gördü, şiirde güzellik kavramını ön plana çıkardı, ağır bir dille, doğal olmayan süslü bir anlatımla eserler verdi.Edebiyatımıza yeni bir şeyler getiremeyen ve güçlü eserler veremeyen Fecr-i Ati topluluğu büyük bir varlık gösteremeden 1912 yılında dağıldı.Fecr-i Ati topluluğunun en güçlü ismi, edebiyatımızın önde gelen şairlerinden Ahmet Haşim'dir.b) Ahmet HaşimÇeşitli türlerde eser veren Ahmet Haşim'in asıl sanatçı kişiliği şiirlerinde kendini gösterir. Ahmet Haşim "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı yazısında şiir ile ilgili görüşlerini anlatır. Bu yazıyı okuduktan sonra Onun şiirlerini anlamanız daha kolay olur.Aşağıda örnek vereceğimiz "Merdiven" şiiri, Ahmet Haşim'in çok okunan ve sevilen şiirlerindendir.MERDİVENAğır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprakVe bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller, Durur alev gibi dallarda kanlı bü1büller,Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?Bu bir lîsân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...Ahmet HaşimKelimeler:arz: Yeryüzülîsân-ı hafî: Gizli dil muttasıl: Durmadan, devamlıAçıklamalar:"Merdiven" şiirinde Ahmet Haşim, duygulanın çeşitli sembollerle dile getirmiştir. Şiirde yer alan" güneş renkli yapraklar", "sararan sular", "yüzün perde perde solması", "ka­nayan güller", "kanlı bülbüller", "yanan sular" birer semboldür.Birinci bölümde, hayat merdivenlerini ağır ağır çıkan kişilerin geride bir yığın anı bıraktıklarını ve hayatın sonuna yaklaşmanın verdiği karamsarlıkla gökyüzüne umutsuzlukla baktıklarını anlatılmaktadır.Daha sonraki bölümlerde ise hayatın akşamını yaşayan, yani ömürlerinin sonuna gelen in­sanların karamsarlığı verilerek, tabiatın da onlarla derin bir hüzne büründüğü dile getirilmektedir.Görüldüğü gibi şiirde "Sembolizm" de olduğu gibi ince, derin duygular; belirsiz ve kapalı bir anlam, mecazlar ve yeni söyleyiş biçimleri dikkati çekmektedir. Ayrıca ahenk sözcüklerin ve cümlelerin söylenişleriyle yaratılmıştır. Anlatım liriktir.Ahmet Haşim (1884–1933)Edebiyatımızda daha çok şiirleri ile tanınan Ahmet Haşim; gezi, söyleşi, fıkra türlerinde de eserler vererek usta bir nesir yazarı olduğunu da kanıtlamıştır.Ahmet Haşim, Sembolist Fransız şairlerinin etkisinde kalarak duygusal, gizli, kapalı bir anlatımla şiirler yazmıştır. Şiirlerinde düşünceden çok duyguya önem vermiş; güzelliliği anlamın açıklığında değil, kapalılığında aramıştır. Şairin bir diğer özelliği benzetmelerin, sembollerin ahen­gine kapılarak kendine özgü bir dil yaratmasıdır.MİLLİ EDEBİYAT AKIMIXX. yüzyıl başlarında Osmanlı devletinin güçsüzleşmesi, imparatorluk içindeki çeşitli toplumların milliyetçi çabaları ve Balkan yenilgisi üzerine "Türkçülük" ülküsü önem kazandı. Toplumdaki bu gelişmeler edebiyatı yakından etkiledi ve "Genç Kalemler" dergisi çevresinde toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp "Milli Edebiyat Akımı"nı oluşturdular.1- Milli Edebiyat Akımı (1911–1918)a) Genel ÖzellikleriXX. yüzyılın başları, aydınlarımızın arayış içinde oldukları, çeşitli ideolojilerin oluştuğu bir dönemdir. Bir tarafta "Osmanlıcılık" ,"İslamcılık" diğer tarafta "Türkçülük" görüşleri oluşur. 24 Temmuz 1908'de n. Meşrutiyet'in ilanıyla özgürlükler yeniden elde edilir, böylece düşünce hayatımızda hızlı bir gelişme başlar.Bu arada Osmanlı-Rus Savaşı ile Balkan Savaşı yenilgileri "Milliyetçilik" düşüncesinin Türk aydınları arasında hızla yayılmasına neden olur. Yıkılmakta olan imparatorluğu ayakta tutmak için "Türkçülük" ülküsü önem kazanır. İstanbul'da birbirini izleyen milliyetçi dernekler kurulur."Türk Derneği", "Türk Yurdu", "Türk Ocağı" dergileri, Türkçülük akımının kültür ve edebiyat alanındaki birer yayın organı olur.Böyle bir ortamda oluşan "Milli Edebiyat Akımı"nın asıl yayın organı ise 1911 'de Sela­nik'te çıkarılan "Genç Kalemler" dergisi oldu. Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp "Genç Kalemler" dergisinde yayımladıklaı1 makale ve manzumelerle Milli Edebiyatın ilke­leri ile ilgili görüşlerini açıkladılar.Milli Edebiyat Akımı'nın ilkeleri şunlardır:1- Dil sade olmalıdır.2- Milli kaynaklara yönelmeli, yurt sorunları dile getirilmelidir.3- Şiirde yalnız hece ölçüsü kullanılmalıdır.Milli Edebiyat Akımı'nın başlıca temsilcileri Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Ali Canip Yöntemdir.b) Manzum EserlerMilli Edebiyat Akımının etkili olduğu 1911–1918 yılları arasında, Edebiyat-ı Cedide ve onların devamı olan Fecr-i Âti topluluğunun şairleri, "sanat için sanat" anlayışını devam ettirerek ağır bir dili ve sanatlı bir anlatımla aruz veznini kullanarak şiirler yazıyorlardı. Ayrıca Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı kendilerine özgü bir edebiyat anlayışıyla dönemin etkili sanatçıları arasında yer alıyorlardı.İşte böyle bir oltamda Milli Edebiyatçılar sade bir dille ve hece vezni ile milliyetçili şiirler yazdılar. Konuşma dilinin şiire yerleşmesi gerekliliğini vurguladılar. Bu sanatçılardan biri olan Mehmet Emin Yurdakul, yazdığı şiirlerle Milli Edebiyat Akımı’nın oluşmasında öncülük yaptı.Mehmet Emin Yurdakul (1869–1944)Edebiyat-ı Cedide topluluğunun egemen olduğu yıllarda ilk şiirlerini yayımlayan Mehmet Emin Yurdakul, yeni Türk edebiyatında sade bir dille, hece ölçüsü ile yazan ilk şair olma özelliğini taşır."Bırak Beni Haykırayım" şiirinde yer alan:"Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et; Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir." dizelerinde dile getirdiği gibi Mehmet Emin Yurdakul, sanatı, sosyal sorunların çözümlenmesi için bir araç olarak görmüştür. Şair, "Bırak Beni Haykırayım" şiirinde, Türk milleti­nin içinde bulunduğu zor duruma işaret ederek şairlerin (ve yazarların) milletlerin hayatında ne kadar önemli rolü olduğunu belirtiyor.Mehmet Emin Yurdakul, bu şiirinde olduğu gibi, bütün şiirlerinde sade dille, hece ölçüsüyle yazmış; milli duygulan ve sosyal konulan işlemiştir.Mehmet Emin Yurdakul'un ilk şiirlerini topladığı "Türkçe Şiirler" adlı kitabı, ede­biyatımızda büyük yankılar uyandırdı ve milliyetçi görüşlerin yoğunlaşmasını sağladı.Kendisinden sonra pek çok sanatçıya öncülük yapan Mehmet Emin Yurdakul'un şiirlerini topladığı kitaplardan bazıları Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Ordunun Destanı'dır.c) Mensur EserlerMilli Edebiyat döneminde yazılan hikâye ve romanlarda da sosyal konular işlenmiş, konuşma dili kullanılmış, anlatımda gereksiz süs ve sanattan uzaklaşılmıştır. Hikâye ve roman tekniğinde hızlı bir yenileşme başlamış, olayların geçtiği yerler İstanbul'dan Anadolu'ya taşmıştır.Bu dönemde Türk mizahı en hareketli ve en gelişmiş devrini yaşamış, edebiyat ve eleştiri alanlarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Özellikle Fuat Köprülü'nün yaptığı edebiyat tarihi çalışmaları edebiyatımız açısından çok önemlidir.Ziya Gökalp (1875–1924)1911'de "Genç Kalemler" de ilk şiirlerini ve yazılarını yayımlayan Ziya Gökalp, gerek şiirleri, gerek makale ve inceleme türlerinde yazdığı yazılarında, "Türkçülük" adını verdiği millî ha­reketin yayılıp gelişmesine öncülük etti, Ayrıca Türk milliyetçiliğinin programını belirleyerek, hem yaşadığı dönemde, hem ölümünden sonra aydınlar ve sanatçılar arasında etkili oldu.Şiirden, bilimden, tarihten, destanlardan yararlanarak millî bilinci oluşturmaya çalışan Ziya Gökalp, aynı zamanda ilk Türk sosyologu, önemli bir düşünürdür. Ziya Gökalp, düşünce alanındaki çalışmalarını "Türkçülüğün Esasları", "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" ve "Türk Medeniyeti Tarihi" adlı kitaplarında toplamıştır."Türkçülüğün Esasları" adlı eserinde "Türkçülük" ü, Türk milletini yükseltmek diye tanımlayan Ziya Gökalp, yine bu eserinde "Türkçülük" ün dilde, güzel sanatlarda, ahlakta, hukuk­ta, dinde, ekonomide, siyasette, felsefede gerçekleştirilme yollarını göstermiştir.Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" nda belirttiği gibi milleti ırk esasına göre değil, kültür esasına göre tanımlar.Makale ve incelemelerinin yanı sıra şiirler de yazan Ziya Gökalp bütün eserlerinde vatan, millet, ahlak, din, dil, uygarlık konularını işlemiş; Millî Edebiyat'ın ilkelerine uygun sade, açık, yalın bir dille yazmıştır.Ziya Gökalp, şiirlerini Kızıl Elma, Yeni Hayat ve Altın Işık adlı kitaplarda toplamıştır.Ömer Seyfettin (1884–1920)"Milli Edebiyatın oluşmasının milli bir dille gerçekleşeceği" düşüncesini savunarak, dil ve edebiyatta ulusal bilincin yerleşmesini sağlayan, bu yolda en çok katkısı olan edebiyatçımız Ömer Seyfettin'dir."Yeni Lisan" görüşünü ortaya atarak dil sorununa yönelen, Milli Edebiyatın sözcülüğünü bütün çabasıyla sürdüren Ömer Seyfettin, kısacık ömrüne Türk edebiyatını, Türk dilini geliştiren, yücelten nice çalışmayı sığdırmış, edebiyatımızı geniş halk kitlelerine ulaştırmıştır.Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp ile birlikte "Genç Kalemler" dergisin­de Osmanlıcaya karşı Türkçeyi savunur, dilde sadeleşmenin öncülüğünü yapar.Edebiyata şiirle başlayan Ömer Seyfettin, Genç kalemler ve Yeni Mecmua gibi dergilerde çıkan makalelerinin yanı sıra, yine çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan hikâyeleriyle de haklı bir ün kazanmıştır. O, 20.yy. realist Türk hikâyeciliğinin en önde gelen isimlerindendir.Hikâyelerinde destanlardan, halk hikâyelerinden, efsanelerden yararlanmış, Türk tarihinin olumlu kahramanlarının etkili hayatlarını işlemiştir. Ayrıca yanlış batılılaşmayı, batıl inançları, bil­gisizlikten kaynaklanan yanlış davranışları, pek çok hikâyesinde eleştirmiştir.Falaka, Kaşağı, Diyet, İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Forsa, Pembe İncili Kaftan, Bomba, Beyaz Lale Ömer Seyfettin'in çok sevilen hikâyelerinden bazılarıdır.2. Dönem Bağımsız İsimleriMillî Edebiyat döneminde kendine özgü şiir anlayışlarıyla edebiyatımızda önemli bir yeri olan ve bu dönemin bağımsız isimleri arasında yer alan iki önemli sanatçımız Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı'dır.a) Mehmet Âkif ErsoyMillî Edebiyat ve Millî Mücadele dönemlerinde yaşadığı halde, bu edebiyat akımlarının içinde yer almayan, ancak Millî Mücadele'ye bazı şiirleriyle destek veren Mehmet Âkif Ersoy, dönemin bağımsız sanatçılarındandır.Mehmet Âkif Ersoy "İstiklâl Marşı" şiirinde "Kurtuluş Savaşı'nın bütün ~illette uyandırdığı coşkuyu dile getirmiş, bu şiirini bütün şiirlerini aldığı "Sefahat" aldığı kitabına almaya­rak, gerekçesini "İstiklal Marşı benim değil, milletimindir diyerek açıklamıştır.Mehmet Âkif Ersoy, millî konuları işleyen şiirlerinin yanı sıra; günlük olayları, sosyal ko­nuları anlattığı manzum hikâyeleri ile de tanınır. Şair, manzum hikâyelerini realist, yani gerçekçi bir görüşle yazmış, gözlemlerinden yararlanarak çok başarılı tasvirler yapmıştır. Onun Küfe, Seyfi Baba gibi şiirleri, bu türün en güzel örneklerindendir.Mehmet Âkif şiirlerinde Türkçeyi başarıyla kullanmış, özellikle manzum hikâyelerinde halk söyleyişlerine ve deyimlere bol bol yer vererek konuşma dilinin özelliklerini şiirimize yerleştirmiştir. Serbest müstezada hikâyeyi birleştirerek gerçekçi ve canlı bir anlatım kullanmıştır. Mehmet Âkif aruz veznini, Türkçeye en iyi uygulayan şairlerimizdendir.Mehmet Âkif Ersoy'un en önemli eseri, yedi bölümden meydana gelen, bütün şiirlerini kapsayan "Safahat" adlı kitabıdır.Kitap şu bölümlerden oluşur:Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım, Gölgeler.Mehmet Âkif'in en güzel şiirlerinden birisi olan "Çanakkale Şehitleri" Safahat'ın altıncı kitabı olan "Âsım" da yer almaktadır.b) Yahya Kemal BeyatlıMehmet Âkif Ersoy gibi Millî Edebiyat hareketinin içinde yer almadığı halde, bu hareketi makaleleri ile desteklemiş, bir diğer sanatçımız da Yahya Kemal Beyatlı'dır. Asıl sanatçı kişiliğini şiirleriyle ortaya koyan Yahya Kemal'in, Millî Mücadeleye katkısı makalelerinde görülür.Şiirlerinde öz ve içerik açısından Millî Edebiyat'ın görüşlerini yer yer benimseyen şair; ölçü, uyak gibi biçimsel öğelerde Divan edebiyatının devamı görünümündedir. Yahya Kemal de Mehmet Akif Ersoy gibi aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan şairlerimizdendir. Yine Türk dilini en güzel kullanan şairlerimizden birisi olan Yahya Kemal, şiirlerinde Türkçenin ahengini yarat­maya çalışır.Cumhuriyet Türkiye’sinde; Asya geçmişinden, Anadolu toprağından, İslam uygarlığından etkilenerek oluşan yeni milletin değerlerini araştırarak, ona sahip çıkar. Şiirlerinde İstanbul sevgisi, Türk milletini asırlardır yaşatan kültür değerlerine, uygarlık ürünlerine duyduğu hayranlık, Os­manlı tarihinin parlak dönemlerine duyduğu özlem, sonsuzluk, aşk ve ölüm konularını işlemiştir.Şiirlerini; "Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş" adlı kitaplarında toplamıştır.MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EDEBİYATI30 Ekim-19l8'de Mondros mütarekesi ile başlayan ve 9 Eylül 1922'de Yunanlıların İzmir'de denize dökülmesiyle biten bu döneme, Mili Mücadele dönemi; bu dönemde oluşan ede­biyatımıza da Milli Mücadele dönemi edebiyatı diyoruz.1- Milli Mücadele Dönemi Edebiyatıa) Genel ÖzelliklerAtatürk'ün bir kurtarıcı olarak Türk milletine önderlik ettiği Milli Mücadele dönemi, aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyetinin de temellerinin atıldığı dönemdir.Bu dönemde esareti kabul etmeyen Türk milleti, yeniden derlenip toparlanarak millî bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatır.Milli Mücadele dönemi edebiyatını kesin sınırlarla diğer dönemlerden ayırmak çok zordur; çünkü toplumsal olayların başlangıçları ile bitişleri kesinlikle sınırlandırılamaz. Bu nedenle Milli' Mücadele dönemi edebiyatı, Milli edebiyatın ilkeleri doğrultusunda gelişti, bu dönemin sanatçıları, Cumhuriyet döneminde de o günün koşulları içinde eser vermeye devam ettiler.b) Manzum EserlerEdebiyatımızda Cumhuriyet'in ilk yıllarında yazılan şiirler, genellikle Kurtuluş Savaşı'nın coşkusu ve heyecanı ile ortaya çıkmıştır. Bu şiirler, coşkulu ve heyecan unsuru yoğun olan şiirlerdir.Milli Mücadele dönemini anlatan şiirler yazan şairlere Faruk Nafiz, Kemâleddin Kamu, Mehmet Âkif Ersoy, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ceyhun Atıf Kansu ve Halide Nusret Zorlutuna'yı örnek verebiliriz.c) Mensur EserlerMillî Mücadele dönemi, edebiyatımızda birçok yazar tarafından işlenmiştir. Roman, hikâye, tiyatro, deneme, fıkra, anı ve hitabet (söylev) gibi bütün mensur türlerde Milli Mücadele dönemini anlatan eserler yazılmıştır.Bu eserlere;Halide Edip Adıvar'ın "Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye", Yakup Kadri Karaos­manoğlu'nun "Sadom ve Gomore" ve "Yaban", Refik Halit Karay'ın "Çete", Kemal Tahir'in "Yorgun Savaşçı", Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa" adlı romanlarını; yine Halide Edip'in "Dağa Çıkan Kurt", Yakup Kadri'nin "Ergenekon” adlı hikâye kitaplarını; Falih Rıfkı Atay'ın "Zeytindağ" adlı anı kitabını örnek olarak verebiliriz.Kemal Beyatlı'nın "Kurdun Dişisi ve Yavruları" makalesi ile Ruşen Eşref Ünaydın'ın Atatürk'le il­gili bir anısını anlattığı "Gazasını Tebrik" adlı metnini okuyup inceleyiniz. Yazarlarımızın Millî Mücadele’ye verdiği desteği değerlendiriniz.Halide Edip Adıvar (1884–1964)Türk edebiyatında Millî Mücadeleye en çok destek veren sanatçılarımızdan birisi, Halide Edip Adıvar'dır.Halide Edip, İstanbul'un işgali karşısında çeşitli alanlarda yapılan mitinglerde milleti coşturan konuşmalar yapmış, Ankara'da Ata~ürk ile birlikte çalışmış, cephede bulunmuş, onbaşı rütbesini alarak ilk kadın onbaşı unvanını kazanmıştır. Millî Mücadele yılları sırasındaki gözlemlerini "Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kalp Ağrısı, Zeyno'nun Oğlu" adlı romanlarında dile getirmiştir.Edebiyata "Tanin" gazetesinde yayımlanan hikâyeleri ile başlayan Halide Edip Adıvar, ilk hikâye ve romanlarında kadın psikolojisi üzerinde durmuş, daha sonra Millî Mücadele ile ilgili romanlar yazmıştır. Cumhuriyet’ten sonra olgunluk eserlerini vermiş, toplum sorunlarına eğilmiştir.Çok verimli bir yazar olan Halide Edip Adıvar, romanlarının dışında hikâye, anı, tiyatro türlerinde eserler vermiştir. Ayrıca gazete ve dergilerde yayımlanan makaleleri ile çevirileri, incele­me ve araştırmaları vardır.